14 Haziran 2013 Cuma

Hakikate Ulaşma "Gezi"ntisi

Ülke gündemi Gezi Parkı eylemleri ile adeta dünyada olup bitenlere ayak uydurmak istercesine gerildi. Son zamanlarda dünyanın dört bir tarafından şiddet ve katliam olayları duyuyorken, bizim neyimiz eksik ki dedik adeta. Esasında "son günlerde" değil; hayatımızın her safhasında dünyanın farklı yerlerinden bu haberleri duyuyoruz, değil mi? Bazıları üst üste geliyor, bazıları ülkemiz sınırlarında, hatta hemen burnumuzun dibinde olduğundan (biber gazı burnumuzu ve genzimizi yaktıkça) çok daha yakından duyumsuyoruz. Verdiğimiz reaksiyonlar da değişiyor yaşananlara; bir kesim şiddeti körükleyici, bir kesim de şiddeti sükunetle karşılayan ve rakamlarla, tarihlerle, bir hikayede yaşıyormuşuz gibi tepkiler veriyor bütün bu olan bitene.

İletişim mecraları, olayları, zararı, dökülen kanı her gün ekranlara, sayfalara ve sözlere taşıyor. Her gün bu gerçeklerin varlığına maruz kalıyoruz. Fakat biz şehirlerde, kasabalarda, sakin küçük dünyasında yaşayanlar, sanıyorum ki bu iletişim mecralarının bize taşıdıklarını, gerçeklik algımızla kavrayamıyoruz. Zaten haberler de iki boyutlu ve sığlığının yanı sıra, gerçekliği sıyrılarak bizlere sunuluyor. 

Her haber, bir grubun ya da düzenindir. Bu, dünya ile aynı yaşta bir gerçektir. Çünkü birileri bu iş; yani habercilik üzerinden geçimini sağlıyor ve çalışanlarını geçindiriyorsa, yani kısacası işin içinde para varsa bu yadsınamaz bir tablodur. O grup ya da sistemin haberi, grubun bakış açısıyla nötralize edilir ya da şişirilerek patlamaya hazır bir bomba niteliğine dönüştürülür. Bazen o haberin gerçeği ve içeriği yok edilir. Bazen de habere başka bir gerçeklik sıfatı giydirilir. Habere tabi olan topluluk "genellikle" içeriği ve gerçekliği sorgulamaz. Sadece haber veya olaydan nasıl ve ne şekilde nemalanırım noktasında, tarafını belirler; kendisine maksimum fayda yani para sağlamak adına. Yerlisi, yabancısı fark etmez, hepsi için geçerlidir bu.

Yorumlayıcılar (aydınlar), "insanlık tarihiyle" başlar konuşmaya. Oysa insanlık tarihi saldırgan ve şiddet dolu bir tarihtir. Normalleştirmek için kullanılmaya son derece müsait bir doküman ve angajmandır. Yorumlayıcılar da aynı zamanda haberi veren iletişim gruplarına ve sistemine tabidir ve o işleyen çarkın en önemli dişlilerindendir. Gerçekliğin sorgulamasını yapar gibi görünüp yön algısıyla yanıltmaya yönelik oyun oynarlar. Birden fazla gerçeğin varlığını işaret ederek, kendilerine en yakını üzerine işaret fişeği bırakırlar.

"Simüle" bugün, haber olgusunun kendisidir. Gerçek olmayanı, gerçekmiş gibi yansıtır. Aynı haberi farklı haber kanallarından dinleyerek bunu kolaylıkla test edebiliriz. Hep birlikte gördük zaten geride bıraktığımız iki haftada. Simülasyon kavramının içeriğini ise bugün yorumlayıcılar doldurmaktadır. Yani, teknolojik imkanlar ve bilgisayar programları aracılığıyla bir şeyi yeniden üretmek olan simülasyon, bugün haber yorumcularının/analizcilerin yenilenmesine "aracı" olduğu unsurlardır. Gerçeklik algısında derin yanılgılara yol açan yorumlayıcılar, aydınlatmaya değil, bilakis karartmaya yönelik çaba sarfederler.

"İnsanlık tarihi boyunca" yeryüzünden geçmiş yüzlerce bilgin ve aydına rağmen; neden hala yeryüzü çeşitli boyutlarda bu tarz katliamlara tanık oluyor dersiniz? Bu soruyu K. Popper'ın cümleleriyle ifade etmek çok yerinde:

"Bu akla hayale gelmeyen olayları önlemek için ne yapabiliriz peki? Bunun önüne geçebilir miyiz?
Yanıtım, evettir. Bir şeyler yapabileceğimize inanıyorum. "Biz" demekle aydınları yani düşüncelerle uğraşan insanları kastediyorum. Okuyan yazan insanları... Peki, neden biz aydınların yardım edebileceğini düşünüyorum?  Çünkü, asırlar boyu insanlığa en fazla zarar verenler, biz aydınlar olduk. Bir düşünce, öğreti, kuram adına toplu cinayetler bizlerin eseri, bizlerin buluşu olmuştur." diyor Popper. Daha İyi Bir Dünya Arayışı’nda

Bu cümleler samimi bir itiraf aslında. Her ne kadar umut verici olsa da, insanlık tarihinin saldırgan varlığı bizlere umut vermek için fazla cimri görünüyor, değil mi?

Bizler, iletişim mecralarının gerçekliğinin hayatımıza sonradan girdiği bir kuşağız. Bizlerden sonra gelecek kuşaklar, gerçekliği bu mecraların yoğun varlığıyla öğrenecek. Savaşları iki boyutlu görecek, kanın, tozun kokunun olmadığı, ölümlerin her gün ekranlardan sarktığı, duyarsızlaşmayı tetikleyen bir dünya olacak. Uzaktan öldüren teknolojiler ve uzaktan aranan gerçekliğin, bilginin büyük bir saldırı ve işgal altında olduğu dünyanın vicdanı sakat kalacak. İçinde gerçekliğin tüm boyutlarını barındırmayan haberler, empati için yetersizdir. Empatinin olmadığı yerde vicdan yine sakattır.

Dolaysıyla "insanlık tarihinin" geleceği geçmişinden daha karanlık ve daha şiddet dolu olacak. Çocuklarının oyunları bile savaş, kan ve kumar üzerine dönen bu sanal dünyadan daha fazlasını beklemek biraz da ahmaklık olur sanırım.

Dünyanın bu kaotik gidişatı ancak ve ancak kitlelerin bu özel haber gruplarına ve sistemlerine karşı toplu bir tepki ve reddetme kampanyasıyla denetlenebilir. Bu da sonraki kuşakların geliştirebileceği bir "itiraz" olabilirse ancak. Bugün kitlesel itirazda çok yeniyiz, acemiyiz ve bu araçlara çok açız. İktidarların varlığı da denetim oluşturmaktan ziyade, denetleme adı altında kendileştirme çalışmalarından başka bir işe yaramıyor zaten.

Gerçek yani hakikat dünyanın ve varlığın özüdür. Onu arınmış bir varlıkla aramalıyız. Arınmış ve vicdanlı varlığımızla. O zaman en doğruya ulaşmanın tatminkarlığını yaşayabiliriz belki de.

Son olarak: yine K. Popper ile bitirmekte fayda var belki; "bizlerin şanssızlığı, zekamızın etik bilincimizden daha hızlı gelişmesidir. İşte bu üstün zekamız sayesinde atom bombalarını, hidrojen bombalarını yapabilmişiz. Fakat her şeyi yok eden savaştan bizleri koruyabilecek bir dünya devleti kurabilmek için yeterli etik olgunluğa ulaşamamışız.”


Free Hit Counter