18 Temmuz 2011 Pazartesi

Satrançtan Hayat Dersi

Yılların ne kadar çabuk geçtiğini fark etmek için eski albümleri karıştırmak gerek bazen. 
Öyle zamanlardan birisinde gördüğüm bir kare sebep oldu bunları yazmama bir anda.
Küçücük bir çocukken daha,  ablamla bol bol satranç oynardık; hatta o öğretmişti büyük bi’ keyifle bana satrancı. “Çok iyi öğrenip, beni yenmeni istiyorum!” diyerek. Satrancı hakkıyla öğrenip, ablamı yenecek durumda olduğum dönemde, onun yaptığı herhangi bir hamleden sonra –defalarca oyunumu olumlu yönde etkileyeceğini belirtmesine rağmen- "Neden böyle oynadı?" diye düşünmezdim. Kendimi düşünmeye zorladığımda ise yapabileceği iki hamle sonrasının ötesine gitmezdim. Elbette ki böyle düşünmeden de oyunu pekâlâ egomu tatmin edebilecek kadar kazanırdım ya da ablamı terletecek kadar zorlardım.  Ancak kaybettiğim oyunların çoğunun ardından oyunu değerlendirdiğimizde         – ki bana kalsa asla değerlendirmezdim herhalde- veya tam da oyun sırasında ablamı üstün duruma geçiren bir hamlesinden sonra, bana:  "Neden göremedin?" diye sorduğunda -ablamın iyi bir oyuncu olması dışında- gerekçem hep aynı olurdu: bu soruyu ben asla kendime sormuyordum! Kolaylıkla üstesinden gelebileceğim bu 'hata’ hiçbir zaman umurumda olmadı. Üstelemedim, üzerine gitmedim. Bu şekilde kazanmayı ve kaybetmeyi, o soruyu kendime sorup daha çok kazanmaya -belki de hep kazanmaya- yeğledim.

Bu sonu olmayan, hep aklımda olup şimdilerde anlam kazanan hikâyenin teması, “kararlarımın, yöntemlerimin, bakış açımın bana kaybettirdikleri ve kazandırdıkları” gibi “yolu yarılayan adam” imgesi için biçilmiş kaftan olan, çıkarılacak dersler bütünü değil, evet, çok uygun olurdu belki ama maalesef değil.



Free Hit Counter