Uyku kendi kendinin katalizörü gibidir. Uyudukça uyuyası gelir insanın. Bir süre sonra karşı konulmaz bir hal alır ve musallat olur eğer çaresine bakmazsanız.
Öğrenci camiası için vize ve özellikle final dönemleri uyku problemi gündeme gelir. Bu dönemlerde onlar, çoğunluğun uyuduğu saatlerde ayakta olurlar, gündüz gözlerindeki ağırlığı karşıdan bakınca siz bile hissedersiniz. Uykuyu alt etmeye çalışırlar; ama nafile…
İşte bütün bunların ışığında, uyku konusunda ciddi ciddi kafa patlatmaya başladım ben de bu aralar. Uykuya teslim olmamanın yollarını araştırdım, öğrendim ve kararımı verdim. Vehbi Koç’un herkese önerdiği, İsmet İnönü’nün müdavimi olduğu yöntemin en başarılı yöntem olduğunu düşünüyorum. Kendi ağızlarından yöntemlerini aktarırsak eğer: “Ne kadar geç yatarsam yatayım, erken kalkıyorum. Vücuda borcumu, öğleden sonra şekerlemesiyle ödüyorum. Yarım saatlik siesta, bütün günü kurtarıyor.”
Bu ülkede “Sadece Aptallar 8 Saat Uyur” diye bir kitap yazıldı belki ama uzmanlar tarafından zinde kalmak için günde ortalama 8 saat uyumamız tavsiye ediliyor. Bu, günün 3’te 1’ine eşit…
Yani kabaca 60 yıllık bir ömrün 20 yılını uykuda geçiriyoruz. Bu hesapta, insan daha az uykuya alışınca hayata biraz daha yükleme yapmış gibi hissediyor haliyle. Daha az şey kaçırıyor uykuyu azaltınca, hayatı daha fazla hissediyor. Daha dolu yaşıyor. Ama uyumama inadının, her daim uyurgezer insanlar yaratma ihtimali de var. Çünkü uykusuzluk, uykuya alışmış vücudun bağışıklık sistemini çökertiyor.
Tam da öğleden sonra kestirmesiyle beynimi 8 yerine 6 saatlik uykuya alıştırma mücadelesi verirken birden 3 saat uykuyla yaşayan bir insanla karşılaştım…
Eski Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın danışmanı, bugüne kadar 50’den fazla kitap yazmış Jacques Attali’nin günde sadece 3 saat uyuduğunu okudum. Üstelik, “Nasıl başardınız” diye soranlara da “Ölünce hep uyuyacağız nasılsa” şeklinde imalı bir cevabı var:
“İkinci bir ömrüm olacak mı bilmiyorum. Onun için uykuda fazla vakit geçirmiyorum. Günde 3 saatten fazlasına ihtiyacım olmuyor.” diyor.
“Uyku tarihi” diye bir şey olduğunu öğrendim resmen araştırmaya başlayınca ve gördüm ki tarih onu yenen dehaların zafer öyküleriyle dolu. Çoğu zafer, tanıdık bir yöntemle kazanılmış:
“Böl ve yönet!” Nasıl mı uygulanıyor?
Uyku, tek parçadan oluşan bir blok olmaktan çıkarılıp parçalara bölünüyor ve güne dağıtılıyor.
Uyku, tek parçadan oluşan bir blok olmaktan çıkarılıp parçalara bölünüyor ve güne dağıtılıyor.
Örneğin Leonardo Da Vinci, her 4 saatte bir yarım saat kestirirmiş. Yarım saatin sonunda kendiliğinden uyanır ve yine 4 saat çalışırmış. Böylece günde 3 saatlik uykuyla yaşarmış.
Thomas Edison, bu yöntemi her 3 saatte bir 15 dakika olarak uygulamış ve toplam uyku süresini 2 saate indirmiş.
Winston Churchill, Napoleon gibi devlet adamları da bu yöntemle uykuyu azaltmışlar.
Bu aslında benim çok inandığım bir başka sözün doğruluğunu teyit etmeme de yardımcı oldu. Hafızam yanıltmıyorsa Aristo’nun bir sözüdür: “Bütün, parçaların toplamından daha büyük bir şeydir.” Uyku da bir bütün halinde çok daha karşı konulmaz bir olgu aslında.
Bir başka yöntemi daha varmış uykuya teslim olmamanın:
“Erteleme yöntemi” Onun uygulaması da, erken uyku basmaya başladığında, uykunuzu her gün 5’er dakika erteleyerek vücudunuzu bu yeni sisteme alıştırabilmeniz şeklinde.
Leeds Üniversitesi de “Uykuyu her gün 5 dakika azalt” yöntemiyle 4 saatlik sağlıklı bir uyku düzeni sağlanabileceğini kanıtlamış araştırmalarında.
Aslında biraz da uyku sersemi iken yazılmış bu yazıyı, şu şekilde bitirmem uygun olacak sanırım:
“Çok uyanık kalabilmek değil, uyanık olduğunuz zamanlarda hayata ne kadar değer kattığınız ve neler yaptığınız önemlidir…”