1 Eylül 2013 Pazar

Bir İnsana Sığınmak En Büyük Yalnızlıktır

Yaşam ne aldatıcı…

Kendi geçmişinin denizinde boğulunca insan, yeni bir bedenin geçmişine bürünüyor. Can bulmak ve can vermek arasındaki gidiş gelişler, bir- iki kişinin kararına kalmış ipi çekilmemişler ve öylece bekletilen geleceksiz ya da geçmişsiz karanlıklar…

Sabah ilk uyandığımda, gözlerimi açtığımda gördüğüm tavan manzarası. Pencereden odayı işgal eden ışıklar… Ne düşürüm ilk? Uyanmış olmanın bilincine varmak. Uyandığın hayat, sığınacağın şey midir?

Sığınak büyülü bir kelimedir. “Sığınmak”. Çünkü tüm varlıklar sığıntıdır. Eşyalar, canlılar, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve doğayı tamamlayan her parça, bir sığınma ihtiyacıyla vardır.

Uyanıyoruz ve sığınacak bir şey arıyoruz.

Akşamların ve geceye varan saatlerin ruhumuzda uyandırdığı sığınma ihtiyacı. Bir ev, bir koltuk, bir kucak, bir koyun, bir örtü, bir ses, bir koku bir bir bir…

En çok denizleri, en çok yeşilleri, en çok yıldızlı geceleri sevenler, en çok kendi şaraplarında avunup, en çok kendi tırnaklarıyla kanatırlar kendilerini.

Gece başımı yastığa koyduğumda, hayatımın içinde var olanları yokluyorum. Yatağında uyukladığını zannettiğim sevdiklerim, sarındığım örtüm, yastığım, odam ve tavan…

Bir insana sığınmak, en büyük yalnızlıktır.

Ben, bir yere sığmayan ruhumun, sonsuzluk gibi bir yere koştuğunu ve onu arzuladığını biliyorum. Ne zaman onu düşüncelerimin koynuna bıraksam, hep sonsuzluk gibi kapsayıcı ve var eden bir şeyi sayıkladığını duyuyorum. Ruhum benim, içinden konuşmayı ve benimle küs kalmayı ne çok seviyor. Bir sır gibi saklıyor içini benden.

Ruhum, sonsuzluğa sığınmak istiyor.

Ruh, bilmediğini, tanımadığını özler ve ister. Onun sesini duymak, dinlemek, bir anahtar aramak kabarmışlığında, karmaşasında bir sükunet vadisi sakladığını görmek. O çok sevdiği huzursuzluğa nasıl sarıldığını ve huzurdan nasıl da korktuğunu bilmek. Çünkü istemiyor. Buradaki huzurun aldatıcı ve içkin olmadığını biliyor. Bedenime saldığı duygu, o korkunç ürperti… “alışma huzursuzluğa” ve “sevme huzuru” diye yalvarıyor.

Yarım kalmış bir dün olmamıştır daha dünyada. Sonu bilinen bir film değildir hayat ki şöyle ortasında kestirebilesin boylu boyunca. İleri saramazsın ya da durdurmazsın. Hızlıca yaşar bitirirsin ve plansızlığın mundarlığında, gece gibi örter pişmanlığın kalbini.

Ay gibi gün gün, hafta hafta bölünürsün kendine. Öncesi ve sonrasısındır tarihinin. Hiç kimsenin kimsesizliği, yalnızlığın ta kendisi ve güneş gibi yakar ve bulut gibi kapatırsın ateşini.

Dünden geriye ne kaldıysa ruhunda, çatlaklarından sızan akisler, çağan, çağlayan isyanların… Öylece duruverirsin dünyanın ortasında yapayalnız. Gelirler, yamalarlar, giderler ve artik dikiş tutmaz yalnızlığın.

Kendi geçmişinin ortasında boğulan pişmanlıkların, bir başkasının bedenine bürünür ve tokat gibi çarpar aynalardan suratına. Ve kesilir ve incinir ve kırılır ve kanarsın.

Geçmiş, geçmemiştir zira. Sen, sen olduysan ve olabildiysen ve arıyorsan hatta kendini, dünler gittikçe uzaklaştıkça senden, öyle dimdik ama öyle kambur ve öyle mutsuz ve hala umut dolu “belki bir gün, belki şimdi” diye diye ölene kadar yaşarsın.

Yaşamak, kendi yalnızlığına sarılıp arkadaş olmak ve sarmak onu ipek kumaşlara ve çeyiz sandığına saklamak ve gömmek kimse görmesin ve bilmesin diye. Geldiğinde “o” hayatını sardığında, sarmaladığında aklının bellerini kıskıvrak, ona sunmak. Beraber yalnızlaşmak ve beraber susmak ölümüne.

Alışma huzursuzluğa, sevme huzurunu. Çünkü aldatıyor bizi hayat.
Free Hit Counter